“Dünya’da Venedik ile ilgili okuduğunuz hiçbir şey şehirdeki muhteşem ve etkileyici gerçeğe eşdeğer değildir.” demiş Charles Dickens …
Ve ben okuduklarım ile aşık olmuştum bu büyülü şehre… 2003 yılının Gezi Travel dergisinde Venedik ile ilgili bir yazı vardı . O yazıyı defalarca okuduğumu , Venedik’i gerçekten ! görmek için nasıl yanıp tutuştuğumu hatırlıyorum .
Bir yazı ile Venedik’e bu kadar aşık olmuşken , 3 yıl sonrasında ise Heath Ledger’a (ve maalesef artık olmayan gülüşüne 🙁 ) bayılma ve Venedik’e aşırının aşırısı aşık olma sebebi olan Kazanova filmini seyrettim .
Venedik’i görme isteğim kabardıkça kabardı ,merakım artıkça arttı… tabii hiç bir zaman ‘yemin ettim leyyn Venedik , gelip seni yenecem ‘ olmadım ama ‘keşke gerçek olsa ne güzel olur hayalleri listesi’nin ilk 10’nu içindeydi .
Sonra demek ki o kadar çok istemişim ki bir gün , öyle sıradan kendi halinde bir gün , Venedik’e gitme işi çıktı ortaya .
Bizim yurt dışında tatil yapma , ablamın da bizimle yurt dışında tatil yapma planları vardı. Çok doğru zamanlarda bu iki plan kesişince ortaya 1 mayıs tatili ile süslenmiş , sonunda Paris uzatması olan bir İtalya tatili çıktı.
Tatil turizmi değilde ‘fuar turizmi’ konusunda uzman olan eniştem , İtalya turunu sevdiği müşterilerinin ricası üzerine organize ediyor . Eniştemin organize ettiği , aylar öncesinden planlamış tatile biz son dakika -çok gaza gelerek- dahil olduk.
Neredeyse son güne kadar ‘ bize vize vermezler yeeaaa ‘ diye gidemeyeceğimizi düşündüğümüz ( selfie çubukçusu bile gidip orada ekmeğini ararken bize 3 günlük vizeyi neden vermeyeceklerini düşündüysek ) İtalya tatili için o kadar meraksız ve heyecansızdık ki hani olurda gidersek nereye gideceğimizi , ilk hangi şehre ineceğimizi merak edip sorma gereği bile duymadık.
Son 10 gün kala vizenin çıktığını öğrenince çocuklar gibi şen bir şekilde ‘bize nasıl vize verdiler ‘ diye sevindik.
Ve ilk durağımızın Venedik olduğunu öğrenip bu sevinci iyice pekiştirdik.
Şimdi buraya mesela ‘Venedikte nerede kalınır , ne yenir , ne yapılır , kazıklanmadan dönmek mümkün müdür ? ‘ üzerine çok faydalı olacak bir yazı yazmak isterdim ama zaten bizde Venedik’i sadece 9 saate sığdırdığımız ve bir çok adası eksik kalarak gezdiğimiz için ve gezi yazısı yazma işini hakkıyla yapan çok iyi gezi blogları olduğu için , ben o topa hiç girmeyeyim dedim. ‘
Ben farklı bir gruba hitap etmek istiyorum ve bizim gibi amatörler için ‘ nasıl gezdiğiniz yerden hiç bir şey anlamadan , sadece büyülenmiş ve kazıklanmış olarak dönersiniz ‘ yazı dizisinin ilk ve son bölümünü yazıyorum .
Turlardan uzak durun mesela … Eğer yabancı dilinize güveniyorsanız kesinlikle bir tura dahil olmadan gidin ( İtalyan ve Fransız’ların İngilizce bilip konuşmadıklarının şehir efsanesi olduğunu yerinde gördük, onlarda bizim gibiler ‘ anlıyorlar ama konuşamıyorlar ‘),sakin , dingin ve ‘kafanız göre’ gezin ve öyle hızlandırılmış tur yapmayın. Yani 3 güne 5 kıta 20 ülke 300 şehir sığdırmak falan çok garip şeylermiş bunlar.
Bizim tur ekibi ,bizimle birlikte 10 aileydi. Bizim dışımızda herkes birbirini tanıyordu ve yıllardır hep beraber tatile çıkan bir gruptu. Yani herkes birbirine karşı son derece sabırlı , nazik ve anlayışlıydı. ‘Biz buluşma saatinde buradaydık , sabah kahvaltısında çok yiyen aile yine geç kaldı ‘ diye söylenen yoktu. Her ‘2 saat sonra bu meydanda buluşuyoruz’ diyerek ayrılıp , buluşma yerine döndüğümüzde farklı bir aileyi bekledik. durum ne kadar böyle olsa da eğer bir tura dahilsen içinde sürekli bir birilerini bekletme ya da bulamama korkusu ile gezerken gezdiğin yerlerden hiç bir şey anlamıyorsun. Bu kısım özellikle ‘turla giderim , onlarla hiç takılmam kendi başıma gezerim yea’ cılara gelsin.
Turla gidip çok eğlenen , çok keyif alan insanlar olduğuna eminim ama pek bize göre değildi.
Venedik çok büyüleyici bir şehir , güzel bir sabaha Venedik’te eski bir otelde uyanmak çok güzel olurdu ama bu sanırım sadece sırt çantası ile seyahat edebilme yetisi kazanmış gezginler için çok cazip olabilir. Venedik’in daracık sokaklarında içinde hiç ihtiyacın olmayacak bir çok şey ile doldurulmuş kocaman , ağır bir bavul ile kalacağın oteli aramak uzaktan bakınca hiçte romantik ve büyülü gelmiyor. Onun yerine bizim yaptığımız gibi Venedik’in güzel evlere, temiz sokaklara sahip sevimli, güzel Mestre’sinde kalın . Ve lütfen eğer seçiminiz ‘ Holiday İn ‘ya da çevresindeki otellerden biri olursa , açlıktan otel kapısını kemirmek üzere olan 2 yaşında ki kızınızı ve ve ona yanında bir paket süt getirmeyi akıl edemeyen annesini ‘hemen dönerim’ diyerek bırakıp marketten süt almaya gitmeyin . Etrafta hemen dönebileceğiniz bir market yok. Etrafta ‘bekli büfe vardır’ da yok .
Onun yerine otelin arka sokaklarında kalan sevimli , pizzacılarına gidin . Ve sipariş ettiğiniz kocaman, 4 kişi görünümlü 1 kişilik ‘porçini mantarlı’ pizzayı afiyetle yiyin.
Tur ile gidilse de , günübirlik ve acele ile gezilmiş olsa da ‘büyülenmek’ için Venedik’e 1 saat bile yetiyor. O daracık sokaklardan geçerken , köprülerin üzerinde durup suların üzerinde yükselen hayata bakarken hayran kalmamak mümkün değil.
Bu binaların temellerinin yüzyıllardır suyun içinde olduklarına ve bu kadar sağlam bir şekilde ayakta duruyor olmalarına inanamıyor insan .
Baktığın her yerde sadece ; elinde fotoğraf makinesi olan turistler ve onlara selfie çubuğu satmaya çalışan işportacılar olduğu için bir an Venedik’te bir yaşam olduğunu , çocukların okula gittiğini, sokak aralarına çamaşır asılacağını, kanallardan son sürat ambulans geçebileceğini ve kadınların pizza günü yapabileceğini unutuyor insan .
Venedik’te her köşesini , her sokağını, her sergisini gezebilecek kadar uzun kalmayı çok isterdim . Süren kısıtlı , üstüne birde her sergi -ya da müzenin kapısında uzun kuyruklar olunca bir çok yer içinde kalarak ayrılıyorsun Venedik’ten . Hatta bir çok adayı es geçiyorsun . Mesela (ben çok cahil biri olarak) göreceğime emin olduğum sıra sıra dizilmiş renkli evleri göremedim . Çünkü onlar bizim gitmediğimiz , gidemediğimiz Murano adasındaymış. Her köprüden geçerken ‘Nerede bu renkli evler yaaa nerede ‘diye geçtim. Mehmet’in eline ‘Kültür mantarı’ kişiliğim ile ilgili en ufak bir koz geçmesinden ölesiye korktuğum için kimselere soramadım, wi-fi zaten kısıtlı alanlarda … Ama içimden hep San Marco meydanında durup bağıra bağıra ; ‘ arkadaşlar , bu sıra sıra dizili renkli evler nerede? bir fotoğraflarını çekip instagrama koyacaktım ‘ diye sormak geldi. Bu bana cuma pazarında da çok olur ;o gün kabak çiçeği mi arıyorum ve hiç bir tezgahta yok mu birden pazar meydanının tam orta yerine geçip ‘ kabak çiçeği hanginizde var ? ‘ diye bağırmak istiyorum .
İtalya’nın en pahalı şehri olan Venedik’te vakit bulamadığım için bir çok dükkana girememiş olmam yakinen tanıdığım birini çok mutlu etmiş olsa da , yolumuzun üzerinde aniden karşıma çıkıp sadece vitrini ile bile başımı döndüren , Venedik’e yerleşme isteği uyandıran kitapçıya aniden dalıp , içeride sadece 7 dakika kalıp (kasada ödeme yapmak dahil ) 3 kitap seçip çıkmış olmamın şaşkınlığını yaşıyor. Üstelik kitaplardan biri ‘Venedik Mutfağı’ …Artık bundan sonra neler yiyebileceğini o düşünsün .
Bir ‘kültür mantarı ‘ kolay yetişmiyor nede olsa ….
Hani yazının başında ‘ nasıl kazıklanıp gelinir ‘ demiştim ya ( bu kadar uzamış bir yazıda , yazının başını muhtemelen unutmuşsunuzdur) işte o kısım yemek kısmı.
Yeme içme konusunda pahalılıkta Venedik sanırım İtalya’da zirve.
‘2 kahveye 75 yuro verdik’ gibi cümleler çok duyup , hepsinin şehir efsanesi olduğunu düşünmüştüm . Değilmiş. Şanslıyız ki 2 fincan kahve için o efsanenin gerçek olduğuna yaşayarak tanık olmadık ama yemek konusunda yanından geçtik.
Venedik’i gezdiriyormuş gibi yapan tur rehberimizin bizim için seçmiş olduğu Aquila Nera restoranta gittik. Akordiyon eşliğinde yemeğimizi yedik.Lezzet ne çok mükemmeldi , ne de kötüydü. Yediğim kalamar ve mürekkep balıklı ‘Spagetti al Nero’ nun spagettisinin de aslına uygun olmasını isterdim tabi ama bu hayatta her şey kısmet.
Evet, her şey kısmet ; tiramusunun ana vatanı ‘Venedik’te oturduğun tek mekanda ki son tiramusunun 5 dakika önce grubundan birilerinin oturduğu arka masaya gitmiş olduğunu öğrenmek , sonra son kaşığına gelince senin tiramusu tadamadığını öğrenip yüreği dağlanan tur arkadaşının sana o son lokmasını vermesi , ama senin o bir kaşık şeyi ağzına atmak yerine ‘ selam serra , ben serra . Venedik’ten selamlar’ diye harıl harıl kendine kart yazarken garsonun gelip masayı toplaması,senin İtalyanca garsonunda Türkçe bilmiyor olması , o meşhur ‘aslı maskarpone ile olur ‘ dedikleri tiramusuyu tadamamış olman tamamen kısmet. Üzüldüm şimdi yine kendime .
Ama olsun . Kendime Venedik’ten attığım kart geldi. Karta orjinal tiramusu tarifini yazıp öyle gönderseydim çok daha makbule geçerdi ama kısmet işte kısmet.
Kendime ve sevdiğim arkadaşlarıma kart atarken elime ulaşacağından çokta umutlu değildim ama biz geldikten 1 hafta sonra kart elimdeydi. Her adım başında ‘mail box’lar vardı. Genellikle büfelere ya da kitapçılara ait olan. Ama ‘büyük , kırmızı posta kutusu’ en güvenilir’ olanı. Bence mutlaka kendinize bir kart atın . Elinize geçince çok mutluluk verici oluyor.
Ve imkanınız varsa Venedik’e gidin , gitmeden yapılacakları not edin ama kesinlikle kendi tatilinizi yapın , canınızın istediğini , vaktinizin yettiğini…
Her ayrıntıya hayran kalarak döneceksiniz zaten . Aşıklara , suların üzerinde yükselen binalara , binaların pencerelerinden sarkan çiçeklere, her yere kondurulmuş heykellere, artık Eminönü’nü bile ele geçirmiş maskelere, hepsi çizgili giyen ve Venedik’in küçük armatörleri olan , her Türk’e ‘günde 80 yurudon 10 tur yapsa ayda… ooo paraya bak valla ‘ hesabı yaptıran gondolcularına ,hem güzel hem yetenekli sokak ressamlarına bakınca mutlu olacaksınız . İyi ki burdayım diyeceksiniz…
5 Yorum Var
yine harika resimler ve harika bi yazı olmuş keşke bende gidebilsem dedirtti
Benim için en özel, en anlamlı kartlardan biriydi Serra. Hatta açık ara birincisi diyebilirim. Seni iyi ki tanıdım ♥ Senin gözünden Venedik’i görmek ve okumak da ayrı keyifli, umarım daha geniş zamanda gidip gönlünce gezersin büyülü şehri. İtalya’ya gidip görmeden dönmek biraz haksızlık olmuştu ama o da başka bir gezinin konusu olsun değil mi? 🙂
bizim üç günde göremediklerimizi sen 8 saate sığdırmışsın kuzum. senin gözünden ayrı bir güzel Venedik!
Floransa’nın bitirdiği italyan sevdasının son külleri de böylece söndü. 2 bardak kahveye verdiğimiz 30 yuro yüzünden 3 gün boyunca söylenen beyimi sanırım bundan sonra sadece azığımız çantamızda sabah gidip akşam dönücez vaadi ile kandırabilirim
Pingback: Bisiklet ile Roma – Serrafun