Çizgi film sevmeyen var mı ? Çocukluğumuzun çizgi filmlerini … Tom ve Jerry’i , Uçan fil Dumbo (favorimdir kendisi ) , uzun bacak Pippi, He-man …. He-man izleyip elindeki oklavayı havaya kaldırıp ‘ gölgelerin gücü adına’ diye bağırmayan kaç çocuk var … Peki çizgi filmlerin yayınlandığı saatte mahallede oynayacak tek bir çocuk bulamayan , gölgesi bile televizyon başında olan …
Benim çocukluğumdan bu unutulmaz çizgi filmlerin yanında birde Tahsin abim vardı …
Bir çoğumuzun bugün bile rüyalarımızı süsleyen Disneyland’da animatör (çizgi film çizeri) olarak çalışmış olan Tahsin abim …
Bir çocuk için çizgi film çizen bir abiden daha fantastik, daha büyüleyici ne olabilir ki …Tabiki de hiç bir şey .
Tahsin abim; kuzenimin eşi …İlgi alanları doğrultusunda sohbet ettiğinizde son derece keyifli bir insan. Onun dışında kalemi elinden hiç düşmeyen bir animatör…
İnternetten her şeye bu kadar çabuk ulaşamadığımız zamanlarda Lale ablamın ve Tahsin abimin İstanbul’da ki ‘bahçeli’ mavi evlerine gitmek inanılmaz keyifliydi. O evde her zaman beni büyüleyen bir şey olurdu. Onlarca Walt Disney yapımı orijinal çizgi film ve film kasetleri ( VHS ne güzel şeydin sen ) ,çevremde hiç kimsede olmayan eğlenceli , keyifli ve büyüleyici kitaplar , çizgi romanlar,duvarda afişler ve Mucha tabloları ( bizim sülaledeki Mucha sevgisinin sebebidir kendisi ) , evin her yerini sarmış özel , minik figürler , animasyon masası ( bende olmasını da hep çok istediğim ) Tahsin abimin çizimleri ve daha bir çok şey …
Halen o inanılmaz güzel ve keyifli bir ruhu olan eve gitmeyi çok severim .Tahsin abimin VHS kasetlerinden çizgi film izlemeyi , görsel gücü yüksek sanat kitaplarını, çocukluğunun çizgi romanlarını karıştırmayı , Lale ablamın yaptığı lezzetli ve kültürel ( evet, yaşadıkları ülkelerde öğrendiği yemekleri yapmaya bayılır) yemekleri masada toplanıp , yemeğin ülkesine uygun müzik ile hep beraber yemeyi ve o yemeğin öyküsünü dinlemeyi , çalışırken Tahsin abimi izlemeyi çok severim …
Tahsin abim hep çalışır , elinde mavi kuru kalemi ve dolu dolu sayfaları olan defteri ile sürekli çizer. Onu ‘hiç bir şey çizmiyor’ olarak hiç görmedim . Sürekli üretir… Eğer dahil olduğu her hangi bir animasyon projesi yoksa o kendi projesini yaratır ve çizer… Benim Oscar Wilde’ın ‘Mutlu Prens’ini defalarca okuma ve sevme sebebimdir Tahsin abim . ‘Mutlu Prens’i hiç çizilmediği kadar güzel çizdi , üstelik animasyon tadında ….
Ben bütün çocukluğum boyunca Tahsin abim ve Lale ablamı her görmeye gittiğimde yeni bir ressama hayranlık duymaya başlardım , yeni bir çizgi karakterin ‘fan’ı olup , ‘büyüdüğümde bu şehri görmeliyim ‘ diye yeni bir şehrin hayalini kurardım .
Belki de bu yüzden Tahsin abimi yazmayı çok istedim .İlk blog yazımdan bugüne kadar ki bütün yazılarım içinde en zor yazım bu oldu… Çünkü animasyona , çizgi filme adanmış , Tim Burton filmi tadında ki bu keyifli ve sanat dolu hayatı yazmak hiç kolay olmadı. Tam 6 ayımı aldı 🙂
Çizmeyi, üretmeyi , paylaşıp öğretmeyi bu kadar seven bir sanatçıyı kısa kısa anlatamazdım .
Blogumda seni yazmak istiyorum dedim ‘ çok sevinirim ‘dedi, ve yağmurlu bir İstanbul gününde Buse ile düştük yollara . Tahsin abim anlattı ben hayranlık ile dinledim … Çoğu kez not almayı unuttum … Ve o güzel keyifli sohbetten kalanları yazdım …
Ben sadece ‘nasıl başladı ?’ dedim ve o her zaman olduğu gibi animasyon masasının başında bir yandan üretirken bir yandan anlattı ….
Amerika’da geçen çocukluk yıllarıyla başlayınca zaten daha o an ben hayal alemine doğru seyahate çıktım ;
‘ Babam asker ( Hava subayı -Albay) olduğu için yurt dışı görevi için çocukluk yıllarım A.B.D ‘de geçti. Doğal olarak resimli romanlara ulaşmam kolaydı. Çok fazla resimli roman okudum . Ve resimlere bakarak çizmeye başladım. Benzetmeye çalışarak çizerken kendi dünyamı yarattım.Kovboy filmlerine çok meraklıydım ve sürekli kovboy resimleri çizerdim .’
8 yaşında çizdiği kovboy resminin halen evin duvarında baş köşede asılı olduğunu hatırlatırken ‘Annem saklamış ‘ dedi gülümseyerek …
‘Çizerken kendime çok güzel bir dünya yaratmıştım , tamamen bana ait , benim dışımda kimsenin karışamadığı , istediğim yere istediğimi koyduğum bir dünya , hiç bir şeye bağlı olmadığım ve çok mutlu olduğum bir dünya ‘ en sevdiğim cümleler bunlardı sanırım, içten gelerek çizmek , çizmeyi çok sevmek bu .
9-10 yaşlarındayken onun için yep yeni olan bir çizgi roman ile karşılaşıyor. 1950’lerde çizilmiş olan ‘Tenten’in Aya Yolculuğu’…
Kitabın o kadar uzun süre etkisinde kalıyor ki bir çok şey çizimlerine yansımaya başlıyor…
‘O zamanlar çok etkilendiğim bu kitapta hiç kadın karakter olmaması halen ‘neden ? diye sormama neden oluyor, kaldı ki kadın figürü son derece estetik ‘ dediğinde bir kadın olarak tabiki çok mutlu oldum ( yaşasın içimde ki feminist )
Kitabın hayal dünyasında ki etkisi sürerken ilk defa Amerika dışında bir ülke görüyor . İsviçre ‘yi geziyorlar ve ‘bambaşka duygular yaşıyor’ ve bu duygular tabiki kalemine yansıyor. 2. dünya harbinin etkilerinin de halen tüm dünyada sürüyor olması , yeni bir ülke , bambaşka bir coğrafya ve asker çocuğu olmanın kattıkları ile devamlı savaşı resmetmeye başlıyor, çok fazla asker çizmeye. ‘ çünkü çok fazla hareket vardı ve ben bunu çizmeyi seviyordum ‘diye açıklıyor .
Hatta kendi ülkesini kuruyor . ‘Prutopya’ … ‘Haritada bile yerini belirlemiştim , Portekiz’in hemen yanındaydı , birde ‘atom araştırma merkezi’ kurmuştum /çizmiştim , orada kendime bir görev vermiştim , sadece görev değil birde rütbe vermiştim ‘
10 yaşlarında bir çocuk için inanılmaz bir hayal gücü ve hayal gücünde çok sağlam bir güven var bence …
Ve asker çizmeyi halen seviyor …. Bu iki çizimde kendine ait blogundan . Çanakkale Deniz zaferi anısına karaladıkları …
Lise yıllarına geldiği zaman bir gün ilk defa Alphonse Mucha eseri ile karşılaşıyor. ‘Bende tekrar tekrar bakma isteği uyandırmıştı ‘ diye anlatıyor , ki onu çok iyi anlıyorum … Yurt dışında yaşayan ablası Mucha’nın bir kitabını bulup gönderince ‘resim yapmanın mesleği olması gerektiğine karar ‘ veriyor .
Ama güzel sanatlar yerine İTÜ – Mimarlık bölümüne kaydını yaptırıyor . ‘Ama kendimi hiç oraya ait hissedemedim . Mutsuzdum . Ülke karışıktı (1968) ve ben bir melankoli haline bürünüp içime kapanmıştım . ‘Tabiki bu durum yine en çok çizimlerine yansıyor.
Okulda 1. yılını tamamladıktan sonra yaz tatili için ablasının yanına Amerika’ya gidiyor. Bütün bir New York’u bisiklet kiralayarak geziyor ve yeni kararlar alıyor ama bunu babasına nasıl açıklayacağını düşünürken , babasının Kanada büyükelçiliğine atandığını öğreniyor . Ve babası gidip Kanada’da kendisi için bir okul seçmesini istiyor.
‘ Tam Carleton Üniversitesi mimarlık fakültesine kaydımı yaptırmak üzereyken Ottova üniversitesi Güzel Sanatlar fakültesine başladım.Ve Ottava Türk Büyükelçiliğinin muhteşem binasında , çatı katında bana verilen bir odada yaşamaya başladım. Bu yaşananlar iç dünyama bambaşka şeyler kattı ‘
Sevmediği bir okulda 1 yıl geçirmiş , delikanlılık buhranları, yeni adapte olmak zorunda olduğu bir ülke ve eski bir yapının çatı katı … Tabiki de Mucha’dan çok uzak çizimleri oluyor bu dönem . yani güzel kadınlar , çiçekler değil çizdikleri , hep gotik çizgiler kaleminden çıkanlar .Ama bence bir çatı katı bile gotik çizmek için bir sebep.
‘ Ben böyle bir ruh hali içindeyken J.R.R Tolkien ‘in kitabı moda oldu. Tam benim ruh halime göreydi.’ Yüzüklerin Efendisi 3’lemesini kısa sürede bitiriyor ama etkisi uzun sürüyor. O etkiden çıkmamışken bu defa bir çizgi film onu etki alanına alıyor; Wizards... ( harika bir animasyon )
‘ Wizards’ı izlediğimde çizgi filmin aslında çokta çocuksu olmak zorunda olmadığını gördüm ve çizgi film işini ciddi ciddi düşünmeye başladım. ‘ Ve aklında çizgi film varken yeni bir çizgi film sinema salonlarında gösterilmeye başlanıyor; Robin Hood .
Ve evet Tahsin abim Robin Hood’da resmen büyüleniyor ve çizgi filmin büyülü dünyasının bir parçası olmaya karar veriyor . Ve hemen animasyon ile ilgili master programlarını araştırmaya başlıyor .Oakville Sheridan Koleji’nde animasyon ile ilgili eğitim alıyor. Burada animasyon adına çok önemli insanlar ile tanışıyor .
1982 yılında 3 yıllık uluslararası yaz okulu programında 3 senesini doldurup diplomasını alıyor . Askerliğini yapıp Türkiye’de Man Ajans’ta meslek hayatına başlıyor. Ve yaptığı ilk iş ‘anavatan partisi’ için uçan bir arı tasarlamak oluyor. Ama bu iş onu pek mutlu etmiyor. Sonra İş bankası çocuk sineması jeneriğini hazırlıyor. Bu işi biraz daha seviyor . Öyle böyle derken Man ajansta 4 yıl çalışıyor . Üstelik ‘onun için özel açılan ‘animatör’ kadrosu ile .
Benim hatırlamakta zorlandığım ( ayy hala gencim demek ki ) CinCin karakterini yaratıyor ve bir kısa animasyon reklam hazırlıyor .
Cincin sakızlarının içinden çıkan karikatürlerde de çok fazla imzası oluyor.
Türkiye’de çalışırken onun sanata olan ilgisine ve yeteneğine her zaman en büyük desteği veren ve bu konuda çok duyarlı olan halası ile Fransa’ya Annecy Animasyon festivaline gidiyor . Bu festivalde bir çok meslektaşı ile tanışıyor. Seyahatten döndükten sonra CinCin’ karakteri çıkıyor ortaya , ve halasının ısrarlarına dayanamayıp ‘cincin’ animasyonunu Fransa’ya gönderiyor. Don Bluth‘ animasyon stüdyolarına (çok büyük ve ünlü bir animasyon stüdyosu) .
Don Bluth stüdyosunda işe kabul edildiğinde şirket İrlanda’ya taşınıyor .İrlanda’ya bir bilet alıyor ve 1,5 yıllık Don Bluth serüveni başlıyor .
Ama ilk ciddi işi bu değil tabiki ; kendisine para ve güven kazandıran ilk ciddi işi 1981-82 kışında Kanada’da çalıştığı Rock and Rule adında harika bir bilim kurgu animasyon projesi oluyor.
Rock and Rule’ da Mylar ve Cindy karakterlerinde çalışıyor.
İrlanda’da ise ‘Bütün köpekler cennete gider ‘ ( bence hatırlayan bir çoğumuzun gülümsemesine sebeb oldu bu animasyon ) ‘ de çalışıyor.
Ve sonra Hahn Stüdyolarında animatör olarak çalışmak için Berlin’e gidiyor. Orada çalışırken Türkiye’de çalıştığı ajanstaki arkadaşlarından ‘aramıza ,bizimle çalışmak için tam senin çizdiğin , hayalindeki gibi bir kız katıldı , mutlaka tanışmalısınız ‘ haberleri geliyor.
Tahsin abim ve Lale ablam bir süre mektuplaşıyorlar ,’ Lale gerçekten tam benim çizdiğim kadınlar gibiydi, zarif ve çok güzel… Stüdyoda bütün gün çalışıp sonra stüdyodan arkadaşlarım ile zaman geçirmek çokta hayallerimdeki şey değildi, daha çok aile yaşantısı istiyordum ve biz 1990 yılında evlendik, Lale yanıma Berlin’e geldi. Ve Hahn stüdyolarında çalıştığım ekibe, renklendirme ve çizgi temizleme işi ile dahil oldu’ .
Almanya’dan sonra Türkiye’ye dönüyorlar. Ve Bilkent Üniversitesinde ‘animasyon dersi’ vermeye başlıyor. Bu dönemde Kebababula adlı 1 dakikalık bir animasyon hazırlıyor.Çok sevimli bir dönerci ustası olan ‘Hamdi’ yi çiziyor, (her yılbaşında bize kendi çizimi olan kartlarını gönderirdi , Hamdi’nin olduğu kart , en sevdiğim yılbaşı kartı hala ).
Mavi evin merdiven duvarlarında Hamdi ve kara bıyıkları var 🙂
Seslendirmesini Bilkent Üniversitesinden Cemil Türün’ün yaptığı kısa animasyon filmi 1995 Fransa’da Annecy animasyon festivalinde gösteriliyor.
Daha sonra Disney Stüdyosuna bir demo gönderiyor , Disney Stüdyosundan olumlu geri dönüş alıyor . Alice ‘ i çizmesini istiyorlar . Ve böylelikle ‘hayatımın e zor ama en zengin ve mutlu 2,5 yılı ‘ dediği Paris Disney Stüdyoları macerası başlıyor.
Paris’te , Disney stüdyosunda , kendine ait bir oda , bir masa … Hayal etmek bile çok sihirli, eğlenceli 🙂
Paris’te Herkül’ün kadrosuna dahil oluyor ve Herkül’ün atı ‘Pegasus’ karakterini çalışıyor.
Daha sonra Tarzan macerası başlıyor . ‘ benim için çok çok keyifli bir çalışmaydı ‘ diye anlatıyor .
Tahsin abimin kitaplığında ki tüm kitaplara hayranım ama sanırım en , en ,en çok bunu seviyorum .
Çalışma odasının baş köşesinde asılı olan bu resimde bütün Tarzan ekibi bir arada… En solda safari şapkalı olanda Tahsin Özgür …
ve Tarzan’ın ardından yuvaya dönüş Türkiye’ye dönüp ‘Esin Desen’ i kuruyorlar . Ama Tahsin abim iyi projelerde yer alamaya devam ediyor .
2004 yılında Danimarka’ya gidiyorlar ve Asterix ve Vikingler ‘de çalışıyor ; ‘Asterix çok özeldi benim için ‘. Asterix’te şefin kızı Aba’yı çiziyor.
Büyük bütçeli animasyon yapımı olarak en son çalıştığı ‘Asterix ve Vikingler’ oluyor. Ama Tahsin Özgür hiç durmadan çizmeye , üretmeye devam ediyor .Teknoloji, 3D filmler derken güzel bir çizgi film izlemeyeli yani YAPILMAYALI çok uzun zaman oldu 🙁
Çocukken Tahsin abimi animasyon masasının başında çalışırken gördüğümde büyüdüğüm zaman kendime de aynı masadan almayı hayal eder dururdum . Sanırım yeterince büyüyemedim …
Kendisini hala çok sevimli çiziyor …
Lale ablamı da çok güzel …
Tarzan’ın kitabı dedim ama asıl hayalleri süsleyen kitap bu …
Ama sanırım kitaptan çok Tahsin Özgür’ün animasyona adanmış hayatı hayalleri daha çok süslüyor.
Böylesine yetenekli ve işine aşık insanların ‘şanslı’ bir hayat yaşaması çok güzel .
Yetenekleri köreltilmek (-ne çizgi film çizmesi , doktor ol sen … Basketbolcu mu olacaksın ? önce avukat ol sonra basketçide olursun, -Piyasada bir sürü oyuncu var aç ,hepsi sen mühendis ol napcan oyunculuğu ) yerine destek verilip , sevdiği , mutlu olduğu mesleği yapabilmesi sağlanan çocuklara gelsin bu yazı ….
Sevgiler …
7 Yorum Var
Soluksuz okudum Serra. İnanılmaz güzel bir yazı olmuş. Konusu olan kişi zaten harika, senin kelimelerinle hayat bulmaktan öte, masal gibi olmuş. Çok özel bir yetenek, hareketli bir hayat. Okurken eee sonra diyerek okudum. Ne kadar şanslı dedim yeteneklerinin peşinden gidebilmiş. Benim gibi kalıba sığmak için törpülememiş kendini. Son cümlede de bu hissiyatıma tercüman oldun.
Dipnot: Canım arkadaşım senden ricam nolursun daha çok yaz!
Sıkmasın , uzun Olmasın dedim ama aslında konu çok güzeldi . Bir solukta okumana çok sevindim 😉 ya hep törpüledik kendimizi hep 🙁
Bir solukta okudum. Muazzam güzel bir yetenek ve hayat senin kaleminde muazzam bir yazı olmuş yine. Ellerine sağlık Serra’cım.
Yaaa ben senin yorumlarından sonra hep mi hep şımarıyorum 😉
Üniversitedeyken illüstrasyon dersinde hocamızın izlettiği bi belgesel vardı, hatta çok beğenip hemen kopyalamıştım kendime. O belgesel Tahsin Özgür ün yaptığı çizimleri ve animasyonları anlatıyordu. Kaç kez izledim bilmiyorum:) Belgeseli izledikten sonra animasyon masasının benzerini, okulumuz da yaptırmıştı. Animasyonlarımızı o masada yapmıştık:)… Böylesine harika bir yetenekle akraba olmak muhteşem bir şey olmalı! Bi çırpıda okudum çok çok iyi yapmışsın yazmakla…
Kocaman sevgiler^.^
Yüzümü kızartıyorsun!Sağol Serra!
Pingback: 18 Mart Menüsü – Serrafun